top of page

Kaderinden Kaçamazsın...

  • Yazarın fotoğrafı: Oğuzhan Dorul
    Oğuzhan Dorul
  • 11 Oca 2023
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 18 Oca 2023

Azınlık Raporu 2002


ree

2054’de Washington, d.c.’de bir ön suç (precrime) departmanı oluşturulmuş, suçları önceden gören kahinler tarafından suçlular suçu işlemeden yakalanmakta ve hapse tıkılmaktadır. Suçlarda yüzde 90’a varan azalma sonuçlarına ulaşılmış ve bu birimin tüm ülke çağında yaygınlaştırılması düşünülmektedir. Bu süreci denetlemek için merkez hükümet (adalet bakanlığı) tarafından departmana Danny Witwer adında bir görevli gönderilir. Ön suç departmanının en yetkili polisi John Anderton 6 yıl önce oğlunu kaybetmiş ve bu acı onu söz konusu departmanın en ateşli savunucusu yapmıştır.




Filmde ilk göze çarpan şey, “özgür irade” denen şeyden yana tavır alınmasıdır. İnsanlar kendilerini belli bir sonuca götürecek süreçlerden geçseler bile son anda o sonucu yerine getirmeden dahi karar değiştirebilirler. Tam da bu nedenle geleceği öngörüp malum şahıs belli bir eylemi yapacak diye onu tutuklayıp hapse tıkmak doğru bir davranış değildir. Mutlak kaderciliğe mesafe alan ve bunun karşısına özgür iradenin mutlaklığını yerleştiren bir film. Bu anlamıyla ideolojik bir yapım olduğu söylenebilir. Dini argümanlar bir tarafa film, bireyin mutlak ölçüde çözülemeyeceği özgür irade denen şey dolayısıyla aslında öngörülemez olduğu bir özne olduğunu savunur. Bu argüman ciddi bir şekilde modernite eleştirisi kokuyor, süreç üzerinde mutlak kontrol sağlaman kaçınılmaz olarak sonucun öngördüğün şekilde gerçekleşmesini sağlamaz. Sonuç her zaman sürprizdir, öngörülemezdir. Film zaten modernitenin bu argümanının çöktüğü post-modern zamanlarda çekildiğinden dolayı bu noktada kendi zamanının ruhu ile uyuşuyor.



ree

Filmin alt metinleri ise daha ilginç duruyor. Filmi kat eden güzel bir ayrıntı ise gözler üzerine. “Körlerin ülkesinde tek gözlü adam kraldır” bu lafı uyuşturucu satıcısı John Anderton’a hemen filmin başlarında söyler. Film ilerledikçe bu ifadenin filmin temel düğüm noktası olduğunu anlarız. Herkesin gözleri sayesinde koca bir makineye bağlı bir yaşadığı bir dünyada John Anderton gözlerini değiştirerek bu dünyanın tüm kurallarını alt üst eder, üstelik hemen başında bir gözünü kaybetmesine rağmen. Bu tek gözlü adam makinelerin kontrolünden sıyrılabilen tek kişi olduğu için bütün şehri alt eder ve istediklerini alır. Kısacası sisteme karşı direnebilen bu özelliği sayesinde sistemin kralı olmuştur.



ree

Gözlerin taranması ve insanların gözleri aracılığıyla makinelere ve oradan da sisteme bağlandığı bir dünya ne kadar “özgür irade” ile dolu olabilir. Filmin temel argümanı olan özgür irade savunusu böylesi bir dünyada mümkün müdür? Alışveriş merkezlerinde reklâmların kişinin ismini dile getirerek kendileri kişiye özel reklâmlara dönüştüren uyarı levhaları adeta mutlak kanaat şekillendirici mekanizmalar gibi durmaktadır. Kanaatin bu mekanizmalar tarafından şekillendirildiği dünyada özgür irade bu makinelerin bir ürünü gibi duruyor. Tüketme dışındaki alternatifin elden alındığı bir dünyada onu değil de bunu tüketme özgürlüğü, bildiğimiz özgürlük olmaktan çok uzakta. O halde “özgür irade” mutlak seçme özgürlüğüdür, seçmeyip bir kenarda durmak sistemin dışına çıkmak mümkün değildir. Bu, yukarıda bahsedilen filmin temel argümanıyla da çelişmiyor.



ree

İlginç detaylardan biri de, şehrin güvenliğinin üç köle üzerine kurulması. Küçük bir havuzun içine hapsedilen 3 kahin şehirdeki olası suçları öngörerek şehrin daha güvenli olmasını sağlıyorlar. Bütünüyle “özgür irade” savunusu olan bir filmde bu üç kişinin köleleştirilmesi bir çelişki olarak görülebilir. Üstelik film eleştiriyi uygulanan sisteme değil, sistemin başındaki adama yıkarak aslında sistemde bir problem olmadığını bu üç kahinin köleleştirilebileceğini normalleştiriyor. Bu nedenle filmde geçen “problem sistemde değil insanda” ifadesi bir hayli anlamlı.



ree

Filmin diğer sarsıcı alt metni ise John Anderton’un kahinin zihnindekileri çıkarmak için onu götürdüğü mekanın tasviridir. Patronunu öldürmek, en sevdiği film oyuncularıyla sevişmek, insanların kendine yalakalık etmesini isteyen tiplerin bu arzularını sanal ortamda tatmin ettikleri bir yerdir burası. Kritik soru şu, sanal ortamda patronunu öldüren ve bunun tatminini duyan bir kişinin eylemi neden normalleşir? Bütün “kötü” duyguların giderildiği bir sanal ortamın inşası gerçek alanda öznenin kötülük yapmasının önüne geçebilir mi? Yani kötülük yapmak salt öznenin arzularına ilişkin bir şey midir?


Bunun gibi birçok soruyu sordurması bakımından da esasında hikaye değer kazanıyor, tabi burada yönetmen Steven Spielberg'in kurduğu dramatik başarı göze çarparken, kafamızda çözemediğimiz soru işaretleriyle sonlanıyor film.


Son olarak bazı sahnelerdeki çekimlerin zamanın teknolojisine göre zayıf kaldığı söylenebilir ancak bu yönetmen görüşünden kaynaklı ''kısıtlanmış'' efektler içeriyor da olabilir, az efektle daha çok hikaye anlatma çabasını bu tarz filmlerde açıkçası seviyorum, en nihayetinde Azınlık Raporu uzun yıllar hatırlanacak ve üstüne konuşulacak bir film olmuştur.



ree

Genel Bilgiler

Yönetmen: Steven Spielberg

Senaryo: Scott Frank, Jon Cohen

Müzik: John Williams

Tom Cruise, Colin Farrell, Samantha Morton, Max von Sydow

Bütçe: 102 milyon dolar

Hasılat: 358 Milyon dolar

En iyi ses düzenlemesi dalında Oscar adaylığı

Türkiye Gişesi;

537.362 seyirci

2.2 milyon Türk lirası net hasılat.

Yorumlar


​© 2023 by STREET LIFE. Proudly created with Wix.com

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
  • YouTube
  • TikTok
bottom of page